Çevremdeki pek cok kişiyle
konuştuğumda, inanılmaz iyi fikirler dinliyorum, hayallerini, ve onları
heyecanlandıran düşüncelere şahit oluyorum ve herşeyden öte, bunları anlatırken
gözlerinin içinin parladığını gözlemliyorum. Ses tonları ve vücut diline kadar
yansıyan o rahatlama ve heyecanı anlamamak için gerçekten kör olmak lazım.
Kimisinin hayali Ege'ye yerleşmek oluyor, kiminin ceviz yetiştirmek, yazmak,
fotoğraf çekmek, takı tasarlamak, kafe açmak, kendi atölyesini kurmak, müzik
yapmak, kiminin de muhteşem inovatif projeler çıkaracak bir girişim sahibi
olmak. Ama sonra olan oluyor ve bunları konuşup heyecanlandığımız, planlar
kurduğumuz kahve molaları, öğlen yemek araları veya haftasonları sona eriyor ve
herkes yeniden adeta yaşam mücadelesi verdiği ve idareten para kazanmak uğruna
yaptığı işine dönüyor, hayallerini rafa kaldırıyor. Çünkü sistem bu.
Çocuk yaştan beri, oku, sınavları kazan, üniversiteyi
bitir, biter bitmez işe gir, sebat et, çalış,çalış ve yüksel şeklinde bir yönlendirme,
daha doğrusu beyin yıkama var. Veya aile kurdun, çocuğun oldu, 'artık evine
vakit ayırmalısın, eşin ve çocuğun icin yaşamalısın, hayat senin için bitti,
öncelik sen değilsin, gibi depresif ve kısıtlayıcı saçma bir toplumsal dayatma
var. Bu önceden belirlenmiş olan rotaların dışına çıkmak ise adeta bir yasak
elma!
Bir gün bir deli cesareti gelene kadar veya piyangodan
ikramiye çıkana kadar herkes statükoyu koruyor, direne direne rutinlerini
sürdürüyor, çarkı çeviriyor. Tabii bu süre boyunca, hayallerini koruyabilen, hatta
daha da ötesi, hayal kurmayı başarabilen kişilerin sayısı onbinlerde 1'lere
iniyor tahminen. 'Ressam olma, para kazanamazsın'. 'Müzik yapma, seni kim
dinleyecek, beş parasız kalırsın. 'Yazacaksın da ne olacak, kim senin
yazılarını okuyacak'? Bilmiyorum! Ama bildiğim birşey var ki, artık hayal
kuramaz hale gelmek ve kendine inanmamak bir insanin başına gelebilecek en en
en kötü şey!
Dünyayı kötülüklerden, hastalıklardan, küresel
ısınmadan kurtarabileceğine inanan, Jetgiller'deki gibi uçan arabalar yapabileceğimize
inanan çocuk beyinlerimizi düşünün önce. Sonra da büyüdükçe, o sınırsız hayal
gücüyle çalışan beyinlerimizin, toplumsal dayatmalar, vizyonsuz yaklaşımlar ve
dünya genelinde yaşanan olumsuzlukların sürekli tekrar edilmesiyle birlikte
nasıl karamsarlığa sürüklendiğini. İki gün önce, çok feci geçen bir iş gününün
sonunda, vizyonu sebebiyle dünyadaki en beğendiğim marka olan Disney'in Tomorrowland
filmine gittik Barış'la. Filmin abartı olan, geyik kısımları elbette var. Ama
öyle önemli bir noktaya dokunuyor ve mesaj veriyor ki, istisnasız herkesin
izlemesini isterim. Hayallerimizi nasıl kaybettiğimizi, karamsarlaştıkça,
çevremizdeki sayısı zaten azalmış olan hayalperestleri de yok ettiğimizi ve böylece
bizim için umudun nasıl kaybolduğunu anlatıyor film.